29 Mayıs 2014 Perşembe

Inca şehirlerine gittim

Cusco  yolculuğumuz sıkıntılı başladı. Havaalanında kapılara gittigimizde , ucagimizin iki saat gecikmeli olduğunu öğrendik, nasıl olsa aktarmada 3 saat bekleyeceğiz diye sırt cantalarimizi da bagaja vermiş bulunduk. Amazondaki nemden çantalarımiz hem daha büyük hem daha agir durumdalardi, bagaja verin dediklerinde ses etmedik.
Lima'ya indigimizde Cusco ucaginin kalkmasina 1 saat kaldı diye acele ederken, uçağın saatinin degistigini öğrenip rahatladik. Cusco'da uçaktan çıkınca aklımızdaki tek soru acaba yükseklik bizi nasıl etkileyecek sorusuydu. Cusco 3200 metre yükseklikte kurulmuş bir şehir, Turkiye'nin en yuksek şehri olan Erzurum ise 1900 metrede. Otele yerleştikten sonra yüksekliğin bizi etkilemediğine karar verip dışarı çıktık. Cusco'nun düşman işgalinden kurtuluşu töreni benzeri birseyler vardı, yanik sesli bir abi "kim bu vatan uğruna olmaz ki feda" isimli Inca şiirini okuyordu.

Machu Pichu için tren biletlerimizi -çok kazık- aldık, şehri biraz turladik, aksam teyzeler tezgahları kurdu, Peru mutfağının özel yemeklerinden olan sığır kalbi ızgara satmaya başladılar, biz de fırsatı kacirmadik. Başka bir tezgahtan ne olduğunu bilmediğimiz birşeyler ictik. Hava sogudu biz de otele döndük. Kaldığımiz küçük pansiyonda ısıtma yok, ama kalın battaniyeler vardı. Gece zor geçti hem soğuktan, hem de bizi etkilemedigini düşündüğümüz yukseklik bizi uyutmadi.

Sabah 3200 metre yüksekliğin uzerimizdeki etkisini daha net görmeye başladık, nefesimiz hem konuşmaya hem yürümeye yetmiyor, bacaklarimiz istediğimiz hizda hareket etmiyordu. Yavaş ve sakin bir şekilde şehri dolaştık.
Bugün Cusco festivalinin açılış gunuymus, eksi Inka tapinagi, yeni kilise bahçesi olan alanda bir gösteri vardi kalabaliga karışıp izledik. "Magrurlanma Padişahım senden büyük Allah var" mesajı veren bir gösteriydi, her kralin ardından daha büyük bir kral geldi durdu.

San Pedro marketi dolaştık, yükseklik istahimizi da kapatmış, marketin içindeki yemekcilerin çağrılarına cevap veremedik. San Blas denilen bölgede lüks oteller ve restoranlar vardı, gecelik konaklama ücreti uç sokak otede oturan Perulu'nun bir aylık gelirine denk olan otelleri görünce zenginlik paylaşımı ve sosyal adalet üzerine düşünmeye basladim, neoliberal çizgiden önce liberal demokrat sonra sosyal demokrat çizgiye evrilen siyasi düşüncelerimin, git gide daha sola doğru çektiğini görüp, hazır sakal da uzamisken Bolivya'ya gidince kendime bir Che tshirtu almaya karar verdim. Üzerinde artik İspanyol binaları olan Inca duvarlarına dokundum, gözlerimi kapadım, Atahualpa'nin ruhu bedenime girsin diye bekledim, girmedi.

Cusco çok güzel bir şehir, Inka temelleri üzerine yapılmış İspanyol binaları, geniş caddeleri, dar sokaklari ve turist kalabalığına rağmen kendi kalabilmiş carsilari ve insanları ile bizi içine çekti bir aşağı bir yukarı dolandik. Empanadalarimizi yeyip, karpuzlu papayali meyve sularimizi ictik. Aksam içinde hic turist olmayan bir restoran bulmayı yine başardım, meşhur kızarmış tavuk menü söyledim, menudeki tavuk çorbasının içinden iki tane tavuk ayağı çıktı.
Pansiyoncunun 10 soles istediği elektrikli isiticiyi aldik, battaniyelerin bir kısmından kurtulup nistepen daha iyi bir gece gecirdik.

Ertesi sabah kendimizi daha iyi hissettigimiz karar verip yola çıktık, uzunca bir sure Tipon'a giden minibüsleri bulmaya çalıştık, üniformalı bir ablaya yol sorduk, belediyenin turizm yetkilisiymis, soru sorunca çok sevindi yolu bize güzelce anlattı. Peru'da kadınların iş gücüne katilim oranı çok yuksek, her mesleği icra eden kadınları gördük. Tipon'a giden minibüsleri değil ama dolmuşları bulduk, 30kmlik yol için adam başı beş sol verdik, dolmusdan inince Inca kalıntılarının olduğu tepeye turist taşımak için bekleyen taksi 4 km'lik yol için adam başı 10 sol isteyince, müthiş İspanyolca'mizla "30 km için 5 soles verirken 4 km için 10 soles pahalı değil mi birader" dedik. O da cevap olarak "Buraya çok turist gelmiyor be abi ekmek parasi " deyince, adam başı 5 sol'e anlaştık. Tipon'un Incalar'in tarım araştırmaları merkezi olduğu düşünülüyormuş, pek kimse yoktu, etrafı dolastik, buranın ne sebeple yapılmış olduğunu anlamaya çalıştık. Incalar yazılı bir belge bırakmadıkları için onlar hakkında bildiklerimiz, İspanyollar'in yazdıkları ve tarihçilerin tahminlerinden ibaret. İlginç bir şekilde Incalar yapılarının duvarlarına da resim, kabartma yapma ihtiyacı hissetmemisler. Herşey bizim yada rehberin hayal gücüne kalmis.

Dönüş yolu yokuş aşağı olduğu için yürümeye başladık, köyün içinden geçip hicbir yerde bizi yalniz bırakmayan ve artik neden dünyanın en değerli markası olduğunu çok iyi anladığımız coca colalarimizi icip ana caddeye doğru ilerlerken gelirken bulamadığımız Cusco Tipon minibüsü önümüzde durdu. Gittiğimiz her yerde köy minibuslerine, dolmuşlarla biniyoruz. Gerçek hayat, gerçek insanlar burada oluyor, bu minibüste de bebeğini sırtına bağlamış ablalar, çeşit çeşit şapkaları ile teyzeler, okula giden cocuklar, elinde ki telefonu ile oynayan gencler vardi.1.5 sol verdiğimiz 1 saatlik bu yolculukta gördüğümüz insanları görebilmek için turlara katılmak da mümkün tabii.
Aksam üzeri başka bir Inca kalıntısı Sacsayhuaman'a gitmek için bir taksi durdurduk, 20 sol istedi 5 verelim dedik olmaz dedi, başka bir taksici 10 sol istedi, 5 verelim dedik 8 olur dedi tamam dedik bindik, adam buralarda görülmeyecek bir titizlikle araba kullanıyordu, sinyal bile verdi, ertesi gün bizi kutsal vadiye götürsün diye anlastik.

Devasa boyutlardaki taşların arasında dolaştık, acaba burası neymis diye beyin cimnastigi yaptik. Cusco'ya inen ara sokaklardan geçip merkeze döndük. Aksam, Inca kalıntılarını ve müzeleri gezmek için almamız gereken Bileto Turistico'ya dahil olan bir dans gösterisine gittik. Cusco yöresinin farklı bölgelerinden danslar sergilediler, ikisi hariç diğer tüm danslar bize ayni geldi ama kıyafetler renkli ve ilginçti. Danslarin çoğu koloni donemi sonrası, İspanyol etkileriyle şekillenmiş danslardı, flemenko tarzı gitarlar, yaylı calgilar, kovboy çizmesi giymiş dansçılar, ask, ayrılık, vs. bir tanesi ise koloni donemi oncesiydi, tüylerle süslenmiş kıyafetler, flüt ve davul ile yapilan müzik ve kuşların havada kavgasını andıran figürler vardı. Kültürlerin ne şekilde bir araya gelip yeni bir kültür olusturduklarini düşünmeye başladım. İspanyol kültürü ile, Inka kültürü bulusup Peru kültürünü olusturken,ya da Türk kültürü ile Arap kültürü Turk-İslam kulturunu oluştururken, kazananı ne belirliyor diye sayiklayarak uykuya daldim. Rüyamda Atahualpa, Pizarro ve Binali Yildirim kahvede okey oynuyorlardi, "Bu kültür olayına çok takilirsan kafayı siyirirsin" dediler.

Sabah taksici Jorge tam sekizde bizi otelden aldı. İlk önce Pisac'a gittik. Inkalar burada da dağı muntazam sekil verilmiş taslarla taracalandirmis ve tarım arazileri oluşturmuşlar. Dağın arkasına doğru giden bir patikadan yürümeye başladık, bir sure alcaldik sonra tirmandik, taraçalarin arkasına çıktık. Biraz daha gidersek çıkışa ulaşırız diye düşünüyorduk, meğer hesapladığımızdan daha fazla inmisiz, yol tirman tirman bitmedi, 3200 metre yükseklikte yokuş yukarı yürüyüp dilimiz dışarda çıkışa vardık. Biz geldimizde bomboş olan otopark turist otobüsleri ile doluydu.

Chinchero'ya varmamiz 1saat aldi, burada da benzer teraslari hızlıca dolasip, kalıntılara bitişik köyde yiyecek birşeyler aradik, 5 Sol vererek, menu del dia aldik, icinde daha önce görmediğim bir çok sebze vardı ve çok güzeldi.

Daha sonra,önce Moray'da durduk. Gördüğüm Inca kalıntılarının en etkileyicisi Moray oldu, bir göçük içindeki yeşil taraçalar ve arka plandaki karlı dağlar çok atmosferik bir görüntü oluşturuyordu. Ayla action insani olarak çukurun dibine kadar indi bense yukarıdan manzarayı izlemeyi tercih ettim.

Ardından Salinaras denilen tuz madenine gittik, burada tuz hala antik yöntemlerle üretiliyor, sırtta taşınıyordu. Dagdan gelen sıcak ve tuzlu su kanallar ile havuzlara taşınıyor, su buharlasinca kalan tuz havuzlarda elle kazılarak çıkartılıyor, tuzun market değeri ve verilen emeğe bakılırsa daha çok turistlerden gelen paradan gelir elde ediliyor gibiydi. Havuzların arasında dolaştık suyun tadına baktık, çok tuzluymus. Aksama doğru Ollantaytambo'ya ulaştık.

Ollantaytambo'da birinci Inca isyaninda, üs olarak kullanilan kaleyi dolaştık. Burada Amerikalı bir aile iki çocuğu ile dolaşıyordu, çocuklar ayaklarında terlikler, son teknoloji botları ile gezen turistlerin cikamadiklari kayaların üstüne çıkıyorlardı. Biz de geleneksel turist aktivitesi olarak çıkabildiğimiz en yüksek noktaya çıktık. Köyde dolastik, Ayla kapısında kırmızı poşet asili evlerin birinin bahçesine girerek  Chicha istedi. Ev yapımı alkolsuz mısır birası olan Chicha'yi satan evler kapısına kırmızı bir bayrak asiyormus. Boza tadında ama bira kıvamındaki Chicha'yi yapan teyze "için yavrularım, kendi ellerimle yaptım sağlık sıhhat verir" diyordu. Pazardan domates ekmek alıp kalabalığı izlerken piknik yaptik, Ayla bir gün önce gözüne kestirdiği teyzeden bir de patates kızartması aldı. Peru'da yemek konusunda hic sıkıntı cekmedik, gittiğimiz tüm şehirlerde ve köylerde sokakta ufacık tezgahında 3-4 çeşit yemek yapıp satan kadınlar ve çok lezzetli muz, domates ve avokado satan bakkallar vardı.
Aksam üzeri Machu Picchu'nun giriş şehri olan Aquas Calientes'e giden tren'e bindik. Şehre ulaşınca Machu Picchu'ya giden otobüs biletlerini tek yon olarak aldık.

Sabah otobüs bizi Machu Picchu'nun girişinde bıraktı, 5 dakikalık bir yürüyüşten sonra Machu Picchu'yu yukarıdan gördük. Görüntü çok tanıdık, yıllar boyunca o kadar ayni fotoğrafı o kadar görmüştüm ki beynim fotoğrafa mi gerçeğe mi baktigimi ayırt etmekte zorlandı. Güneş kapısına doğru yürüdük, Inca Trail'i tamamlayan gruplar geliyordu, yolda ciddi bir trafik vardı. Bu grupların rehberlerinden biri oturduğumuz taşın bir tarihi eser olduğunu söyleyip bizi uyardi, gruptan bir kaç kişi de " Bu turistler var ya çok bilgisiz oysa ki biz gezginler çok superiz" diye kendi aralarında konuşuyorlardi. Kendimizi hangi turist kategorisine sokmamız gerektigini tartıştık. Ayla son donemin moda terimi olan"Gezgin" (traveller) olduğumuzu iddaa ederken ben "Turist" olduğumuz konusunda ısrarcıydım. Normalde gezen manasına gelen ve turist ile eşanlamlı olduğunu düşündüğüm Gezgin kelimesi anlam kaymasına uğrayıp turist olmayan anlamına gelmeye başlamış. Ayla'ya turistik aktivitelere para ödeyen herkesin turist olduğunu ister herşey dahil otele gitsin ister Inca Trail'i yurusun, fark etmeyecegini anlattım.

Inca köprüsüne doğru gittik, dağın duvarına asılmış bir patika olan yolun bir kısmı hafiften ürkütücüydü. Machu Picchu'ya biraz daha yukardan bakıp sonrada içeriye doğru yürüdük, bazı kısımlar Eminönü kadar kalabalıktı.
Machu Picchu, Peru'ya gelen herkesin listesinde olan, arkeolojik, tarihsel önemi ve atmosferi ile güzel bir yer ama ben bir şeyleri eksik buldum. Ya beklentinin fazlaligi ya insan kalabalığı, yada öncesindeki çok fazla bilgi akışı nedeniyle, gözlerimi yasartmadi, surada aksama kadar oturayim dedirtmedi.
Geri dönüşü yürüyerek yaptık, menü del dia'larimizi yeyip, önce tren ile Ollantaytambo'ya, oradan minibüs ile Cusco'ya geldik. Gece otobüsü ile Arequipa'ya doğru yola çıktık.

2 yorum:

Sokak şairi dedi ki...

harika bir anı teşekkürler yazı bu arada akıcı tebrikler

Anlamlı Güzel sözler dedi ki...

Bir anı daha kayıt altına alındı işte bu süperdi