7 Haziran 2009 Pazar

Dunyanin en romantik sehri 1

Konuk Yazar
E.A.

Simdi hep beraber gozlerimizi kapayip dunyanin en romantik sehrini dusunuyoruz. Sehrin ortasindan akan nehrin ayirdigi iki yakadaki sevgilileri birlestiren koprulerden her biri sanat eseri olan yapilara bakarak geciyor, iki kuleli katedrali izliyor ve sonra arkadaki kafelerden birine oturuyorum, "Bon jour" diyerek selamliyor beni, oturdugum kafenin nazik garsonu ben kahvemi siparis ederken arkadaki iki gencten biri digerine, dunyanin en romantik aksani ile "nous irons à la ville la plus romantique" diyor. Kulak kabartip dinliyorum ve genclerden birinin sevgilisi ile bir yolculuk planlari yaptigini anliyorum, sevgilisi ile yolculuk planlari yapan genc en romantik sehir deyip digeri onayladikca benim basimdan kaynar sular bosaniyor onca emek, zaman ve para harcadigim bu seyahat bir anda anlamsizlasiyor. Arkami donup genclere acilarla dolu yasam oykumu ve dunyanin en romantik sehrine gelme hayalinin beni nasil hayata bagladigini, bu hayali gerceklestirmek icin cirpinislarimi ve basimdan gecen turlu talihsizlikleri anlatiyor, arkasindan acikli bir sesle bana dunyanin en romantik sehrini soylemlerini istiyorum. Onlari rahatsiz ettigim icin bana once kizginlikla, hikayemi dinledikce acimayla bakan gencler basimdan gecen talihsizliklere uzulmus, yilmadan mucadele etmemi takdir etmis olacaklarki, birbirlerine kisa bir bakis attiktan sonra sirlarini benimle paylasmaya karar veriyorlar. Genclerden yakisiklica olani masanin uzerinde duran "Le Conte de deux cités" isimli kitabin arasindan rengi solmus kenarlari burusmus bir fotograf cikariyor, once soyle bir cevresini kolacan ettikten sonra sessizce "iste buraya gidecegiz" diyor. Fotorafi o an sadece 5 saniye gorebiliyorum, Lokman Hekim'in kitabini yada Karun'un hazinesinin haritasini tutarmiscasina sikica tuttugu fotografi hizla kitabin arasina geri koyuyor. Tesekkur edip masama donuyorum, kahvemi bir yudumda icip kalkiyorum. Hem gordugum fotorafin hem de hizla ictigim kahvenin etkisi ile kalbim yerinden cikacakmiscasina atiyor. Kapiya dogru yururken ne yapmam gerektigini adim gibi biliyorum, kapidan cikinca beremi atkimi cantama koyup, kafenin onundeki meydanda ki turist dukkanindan bir sapka, yanindaki gazeteciden de bir Le Monde alip kafeyi karsidan goren bir banka oturup gazetemi okumaya basliyorum. 20 dakika sonra iki genc kafeden cikiyorlar, iki kuleli katedralin yanindan gecip yurumeye basliyorlar, bir sure sonra bana fotografi gosteren metroya iniyor, gelen ilk trene biniyor, 1 durak sonra aktarip 3 durak sonra iniyor, opera binasinin yanindan gecip ara sokaklarda 5 dakika yurudukten sonra bir apartmana giriyor, arkasindan yetisip "bon jour" diyorum once kafamdaki sapka ile beni taniyamiyor, zaten ben de tanimasi icin yeterli sure vermiyorum, elimdeki semsiyenin sapi ile boynuna hizla 5-6 kere vuruyorum ve cantasini alip binadan cikiyorum, cantadan kitabi, kitabin icinden fotografi aldiktan sonra cantayi ve kitabi atip kosmaya basliyorum, kalbim hic olmadigi kadar hizli atiyor, yeteri kadar uzaklastiktan sonra fotografa bakiyorum, baktikca korkuyla karisik bir heyecan hissediyorum ve beni yeni bir maceranin bekledigini biliyorum. Iste bu asagidaki fotorafin hikayesi.

Hiç yorum yok: